19 Nis 2012

Dersaadet - Münevver Ayaşlı



     Şu aralar oğlumla okuma vakitlerimizi Münevver Ayaşlı'nın Dersaadet isimli kitabıyla geçiriyoruz. Bu da beğenerek okuduğum kitaplar arasında. Henüz kitabi tamamlamadık fakat bir bölümü beni pek üzdü. Yazmadan geçemiycem.

     "Paris'te antikacıların bol olduğu bir sokakta, tek başıma, Parislilerin kendi tabirlerince "flaner" ediyor ve dalgın dalgın antikacı vitrinlerini seyrediyordum. Yine Parislilerin "lécher les vitrines" dedikleri, camekanları yalamak tabirince ben de alnımı camekana dayamış, dalmış içerdeki güzelliklere bakıyordum. Pek fazla bakmış olacağım ki, içerden sahibi antikacı çıktı, bana nazikane " İçeriye girmez misiniz, bakıyorum çok merakla bakıyorsunuz" dedi.
     "Teşekkür ederim, girmeyeceğim, bir şey alacak değilim" dedim.
     "Ziyanı yok, buyurun", dedi antikacı, ben de dükkana girdim.
     Dükkan, daha ziyade eski saat ve müzikli kutular satan bir dükkandı. Antikacı: "Dikkat ettim, siz ne çok müzikli kutulara ve eski saatlere bakıyorsunuz. Vitrindekiler yenidir, eğer meraklı iseniz, size birkaç tane eski göstereyim", dedi.
     "Teşekkür ederim, evet eski saat ve müzikli kutulaı pek severim" dedim.
     Vakıa, vitrinlerde teşhir ettiği kutular, saatler de güzeldi, lakin antikacının kasasından çıkardığı eski müzikli kutular ve saatler birer şaheserdi. Küçük altın veya mineli küçük bir kutunun bir yerine basıyorsunuz, küçücük bir kapak açılıyor, içinden minnacık bir kuş çıkıyor, kanatlarını çırpıyor ve ötmeye başlıyor.
     "Çok çok güzel, lakin artık bize göe değil, bunlardan koleksiyon yapmak, ancak bundan sonra milyarderlerin harcı" dedim.
     Antikacı: "Heyhat, evet öyle, bugün koleksiyonlar san'at sevenlerin, zevk sahiplerinin elinde değil, para sahiplerinin elinde" dedi. Benim nereli olduğumu anlamadan, milliyetimi bilmeksizin, bana şu hikayeyi anlatmaya başladı:
     "Siz, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı ve Osmanlı sarayları dağıldığı zamanlar, sizin meraklı olduğunuz eski saatleri ve eski müzik kutularını görmeli idiniz. Biz Paris'ten, 10-15 antikacı bilhassa eski saatler için ve müzikli kutular için İstanbula gittik. Şayan-ı hayrettir, hemen hemen her sarayda 10-15 eski ve çok kıymetli saat ve müzikli kutular vardı. Biz bunların kaymağını, yani birinci derecede kıymetlilerini aldık, arta kalanları, ki bunlar da çok kıymetli idiler, İstanbul antikacılarına bıraktık. Yukarıda söylediğim gibi bunların arasında fevkalade olanları da vardı. Heyhat, bu güzel san'at eserleri Fansa'da da kalmadı. Amerikan antikacıları, bilhassa Latin Amerika'dan gelme antikacılar bütün bu asar-ı nefiseyi alıp götürdüler."
     Boğaz'ın mavi sularına aksetmiş beyaz saraylarda nazlı sultanların oyuncakları, müzik çalan eski saatler ve yine müzik çalan, içinden kuşlar çıkan kutular bugün kim bilir hangi Arjantin veya Brezilya milyarderinin salonunda vitrinleri süslemektedir.
     Antikacının bu sözlerini dikkatle dinlemiştim. Yüzümün rengi ve ifadesi değişmiş olacak ki, ben kendisine bir şey söylemeden, antikacı bir şeyler sezinlemiş gibi:
     "Yoksa,! Yoksa! Siz İstanbullu musunuz? Siz Türk müsünüz?" dedi.
     İşte böyle "Patimoine National" memleketten çıktı, Türk evleri boşaldı, fakirleşti. Türk evleri; saray olsun, mütevazı ev olsun, velhasıl Türk ocakları söndü..."
Münevver Ayaşlı


İçler acısı..

Photo: http://modishvintage.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails